İNSAN GELİŞİR-DEĞİŞİR, ÂYET NE GELİŞİR-NE DEĞİŞİR!

Bana gelen eleştirilerden bir diğeri de yargıya vardığımız şeyler için neden ısrarla "Bunlar Kur’an değil; bizim, Kur’an’dan anladıklarımızdır." dememizdir. Bu itiraz "Abi, madem öğrendiklerimizden emin olmayacağız, o hâlde nasıl kendimizi güvende hissedeceğiz? Nasıl doğruyu yaptığımızdan emin olacağız?" şeklinde devam etmektedir. İlk bakışta bu itiraz haklı bir itiraz gibi durmaktadır. Öyle ya, âyetler incelendikten sonra bir yargıya varılıyor. O hâlde, neden bundan şüphe edilsin? Neden "Kur’an budur!" denmesin?

Yüce Allah hem Kur’an’daki kelimeleri ve cümleleri hem de her bir varlığı âyet olarak nitelemiştir. İnsanlar bilgiyi hangi yolla edinirlerse edinsinler, elde ettikleri bilgiler aslında âyetler hakkındaki bilgilerdir. Ve her insan bu bilgileri; gözleri, aklı, anlama kapasitesi, zekâsı kısacası kendi kapasitesine göre anlar.

Diyelim ki bir insan sarf ve nahvi, bedî, meânî ve belâgat ilimlerini sonuna kadar okumuş olsun. Bu bilgiler onun anlama kapasitesine yardımcı olacak araçlardır. Ve bu insan bu kapasitesini kullanarak âyetleri incelemiş ve sonunda da "KUR’AN BUDUR, BUNDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR." demiş olsun. Bu söz; artık bundan sonra bu âyetle ilgili bilginin çoğaltılamayacağı anlamına geleceği için o kişi aslında, "Âyeti kuşattım." demiş olmaktadır.

Bilginin çoğalması ise sadece ŞÜPHE ile mümkündür. Bir bilgi artık şüphe edilemeyecek seviyede ise bu, artık âyet bundan sonra yeni bir şey demeyecek, anlamına gelecektir. Tam burada, bilginin çoğalması için üzerinde ŞÜPHE edilecek şeyin ne olması gerektiği devreye girecektir.

Bir kere Kur’an varlıkları âyet diye tanımlarken, bu tanımlamasını o varlık hakkında bilimsel araştırmalar yapmış, uzaya gitmiş, denizlerin dibine inmiş, ömrünü varlıklar üzerinde araştırma yaptığı laboratuvarlarda geçirmiş; antropolog, fizikçi, kimyacı, astrolog, biyolog, hekim ya da ilâhiyatçı, ulemâ, allâme gibi insanları değil, aklı olan her insanı, akıllı olduğunu bilen her insanı, diğer varlıklardan farklı olarak seçim yapabildiğini bilen her insanı muhatap almaktadır.

Bilgiyi çoğaltmak için üzerinde şüphe edilmesi gerekilen şey; varlıkların ÂYET oluşları değil, o âyetler hakkında deney, gözlem ya da başka bir yolla bilgiyi çoğaltmış insanın kazanımlarıdır. İnsan türü herhangi bir varlık hakkında ne kadar çok bilgi biriktirirse biriktirsin, o bilgiler hiçbir zaman o varlığın âyet olmasını değiştirmeyecektir. Eğer elde edilen bilgi, o varlığın âyet olmadığını ortaya koymak gibi bir iddia taşırsa, bu takdirde o bilgiyi ortaya koyan kişi İLÂH olacaktır.

İster varlık âyetleri olsun ister Kur’an âyetleri, insan türü eğer o âyetleri annesinden, babasından, toplumdan, okuldan, hocasından, ilâhiyatçılardan aldığı bilgiler üzerinden tanımışsa, tanımaya devam ediyorsa ve bu bilgilerden de hiç şüphe etmiyorsa, işte bu da ATALAR DİNİ’NE uymak anlamına gelecektir.
Burada üzerinde şüphe edilen şey âyetler değil, âyetler hakkında söylenen -bilimsel veya dinî- sözler olmalıdır. Çünkü insan o bilgileri elde etmiş de olsa elde etmemiş de olsa, o şey DÂİMA ÂYETTİR.

Meselâ; insan türü uzayı incelemekte ve bilgisini çoğaltmaya çalışmaktadır. İnsan türünün; varlığının farkına vardığı uzay cisimlerinden daha çok, farkına varmadığı hatta hiç bilmediği uzay cisimleri vardır. İnsan türünün henüz varlığından bile haberdar olmadığı o cisimler YİNE DE ÂYETTİR. Çünkü onların âyet oluşlarının insan türünün farkına varması ile hiçbir alâkası yoktur. Onların âyet oluşları insanın bilgisinden değil, MUTLAK İLİM SAHİBİ’NİN BİLGİSİNDENDİR. İnsanın ulaştığı hiçbir bilgi mutlak olmamıştır ve mutlak da olmayacaktır.

Âyetlerin âyet oluşları insanın çoğalttığı bilgi ile alâkalı değildir. Bunun yanında insanların âyetler hakkında edindikleri bilgiler her zaman doğru ve isabetli de değildir. Hatta çoğunlukla yanlış ve isabetsizdir. Meselâ; bugün oluşmuş geleneksel dinî ve bilimsel anlayış âyetleri inceleyerek bugünkü bilgileri üzerinden içinde yaşadığımız şu toplumları oluşturmuşlardır. Meseleye ister seküler gözle ister dini gözle bakalım, hiç fark etmez, günümüz yaşam biçimleri, toplumlar, anlayışlar ve inançlar insanı mutlu etmemektedir. Aslında tek başına bu bile hem seküler bilim adamlarının hem de ilâhiyatçıların âyetlerden yanlış sonuçlar çıkardıklarını anlamaya yeterli delildir.

Dediğimiz gibi; sadece Kur’an âyetleri ile alâkalı değil varlık âyetleri ile de durum aynıdır. İster seküler bilim adamları gibi varlık âyetlerini inceleyelim ister ilâhiyatçılar gibi Kur’an âyetlerini inceleyelim, sonuçta edinimlerimizin tamamı bizim edinimlerimizdir ve her zaman şüpheyle bakılması gereken de bu edinimlerdir. Zaten bilgiyi çoğaltan şey tam da budur.

Güneşin orada nasıl durduğu ile ilgili ortaya konulan bilimsel(!) bilgilerin tamamı insan edinimidir ve kesinlikle üzerinde şüphe edilmesi gereklidir. Hangi bilgi ortaya konulursa konulsun GÜNEŞ HER ZAMAN ÂYETTİR, hiçbir bilgi ortaya konmasa bile bu böyledir. Meselâ; bundan 5.000 yıl önce de 10.000 yıl önce de URANYUM vardı. Ama insanlar onun ne olduğu, hatta böyle bir varlığın var olup olmadığı hakkında bile bilgi sahibi değillerdi. Bu demek değildir ki O, ÂYET DEĞİLDİ.

İnsan türünün âyetler üzerinden elde ettiği bilgiler ve o bilgiler üzerinden geliştirdiği çeşitli yararlanma metotları, o metotlarla elde edilen teknolojiler âyet değil, MENFAAATTİR. İnsan bu menfaatleri âyetlerdeki değişmez yasalar üzerinden elde ederler. O değişmez yasalar insan farkına varsa da varmasa da her zaman oradaydılar. O yasalardan doğru ya da yanlış yararlandığımız şeyler ise bizzat elde ettiğimiz menfaatlerin kendisinde görülecektir.

Eğer Allah’ın gıda olsun diye yarattığı üzümden (veya başka bir şeyden) insan en değerli varlığı olan aklını kaybedeceği bir içecek elde ediyorsa bu o âyetin İSTİSMAR edildiğinin veya yanlış okunduğunun en açık delilidir. Bu tıpkı, Kur’an âyetlerinden "mürtedin öldürülmesi, kadının dövülmesi, köleliğin meşru olduğunun, vb." çıkarılması gibi bir şeydir.

Âyetler hakkında elde edilen bilgilerin doğruluğu sadece o âyetler üzerinden elde edilen MENFAATLER üzerinden ölçülemez. Eğer öyle olsaydı elma kesen bıçakla adam kesen bıçak aynı değerde olurdu. Yarayı tedavi eden bıçakla yara açan bıçak aynı olurdu.

Varlığın içindeki her âyet, Kur’an’daki her âyet her şeyden önce, bize kendilerinin NE OLDUKLARINI DEĞİL NE OLMADIKLARINI SÖYLERLER. Çünkü her bir yaratılmış âyet olan varlığın veya her bir gönderilmiş âyetin farkına varmak için önce onların ne olduğunu değil ne olmadığını anlamak gerekir. İşte bu, varlığın temelinin LA İLÂHE İLLALLAH olmasından dolayıdır. Bu ilke sadece ahlâki bir ilke değildir. Bu; varlığın en temel, en bilimsel, en ilmî, en ortada, en kolay anlaşılan, en kolay bilinen ve bilmek için göz ve akıldan başka bir şey gerektirmeyen GERÇEĞİDİR. Bu gerçek sadece âyetlerde değil, insanın öğrenme biçiminde bile geçerli olan en genel gerçektir.

İnsan; ilk önce, varlıkların ne olmadıklarını varlıkları diğerlerinden ayırt ederek öğrenir. Bir bebeğin önüne elmas, altın, tabanca, bıçak, bomba, elma, mama koyun; bir bebek için bunlar arasında bir fark yoktur. İşte bu yüzden mama ile bomba arasındaki farkı bilen anne hiçbir zaman farkı bilmeyen bebeğin önüne bomba koymaz. Çocuk bomba fabrikasında doğsa bile… Zaten bilinç denilen şey de bu farkları fark etme kapasitedir. Yani insan türünün öğrenmesi bile aslında LA İLÂHE İLLALLAH üzerine bina edilmiştir. İşte, böyle olunca, insanın âyetler üzerinden elde ettiği bilgiler hiçbir zaman kuşatıcı bilgiler olmayacaktır. Çünkü farkına varmak denilen şey ömrün son dakikasına kadar devam edecektir. Bu yüzden âyetler hakkında elde edilen her bilgi sadece o kişinin kazanımıdır. Ve o bilgi hiçbir zaman da âyetin kendisi olmayacaktır. Sanılmasın ki bu bilgiler geliştikçe âyetlerin âyet olma özellikleri de gelişecek ve değişecektir. Hayır, âyet ne gelişir ne de değişir, ama insan değişir ve gelişir.
VESSELAM

Ramazan Demir tarafından yayınlandı

Nemo enim ipsam voluptatem quia voluptas sit aspernatur aut odit aut fugit, sed quia consequuntur magni dolores eos qui ratione voluptatem sequi nesciunt. Neque porro quisquam est, qui dolorem ipsum quia dolor sit amet, consectetur, adipisci velit, sed quia non numquam eius modi tempora incidunt ut labore et dolore magnam aliquam quaerat voluptatem.

Yorum Gönderin

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir